20 Ekim 2017 Cuma

Gözlemler

Uzun zamandır yazmıyordum. uzun zamandır hayat hakkında,insanlar hakkında görüş bildirmiyor sadece gözlem yapıyordum ve bu gözlem yaptığım süre zarfında insanlardan nefret ettim, genelleme yapıyorsun dediğinizi duyar gibiyim. EVET yapıyorum çünkü herkesin herkesten nefret ettiği anlar illaki oluyor işte bende o anları referans alarak tüm nefret haklarımı tek bir yerde toplayıp toplu halde belirtmek istiyorum. Evet insanları sevmiyorum ( En başta kendimi )

Her kelimesinde dünyalar kadar anlam barındıran Oğuz Atayın 1973 yılında yazdığı Tehlikeli Oyunlarda şöyle bir pasaj var ;


Tamda burada yazan sebeplerden ötürü sevmiyorum aslında insanları, sosyal medyada,sokaklarda,kafeler de, toplu taşıma araçlarında hemen her yerde yaptığım gözlemlerde ortaya çıkan tek bir kavram görüyorum biz zavallı insanlarda, oda '' BEN KAVRAMI '' hepimiz narsistlik seviyesinde BEN BEN ci olduk, sadece kendimizi düşünüyor,sadece kendi dertlerimizle ilgileniyoruz,kimselere tahammül edemiyor,kimselere değer vermiyoruz, fotoğraflarımızda bile kendimizden başkalarına yer yok.. 21.yy da en büyük yanılgımız dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü sanmamız.. tam olarak da bundan dolayıdır mutlu olamayışımız.. yada mutlu olmak için çaba sarfetmeyişimiz..

Çaba demişken sahiden son zamanlarda mutlu olmak içinde çaba sarfetmez olduk. Kendimizi o kadar kaptırdık hayat kavgasına o kadar önemsemeye başladık ki şu hayatı, mutlu olmak için, mutlu etmek için hiç çaba sarfetmez olduk.

Bizler kendilerimize sınırlar çizdikçe, insanları kendimizden uzaklaştırıp kendimizle haşır neşir olmaya başladıkca küçük şeylerden mutlu olamaz olduk daha sonrasında ise kendimize  maddi imkanlarımız doğrultusunda  sahte ve maddesel mutluluklar satın aldık, yeni bir telefonun, yeni bir arabanın, yeni bir ayakkabının tüm mutsuzluklarımızı götüreceğine inandık fakat hepsi geçiciydi.. tıpkı bizler gibi..  sözün özü..  Baki kalan bu kubbede bir hoş sada bırakmak isteyen ataların kendinden başka hiç bir şey düşünmeyen mutsuz, bencil torunları olarak kaldık öyle.. dümdüz..

Neyse yazacaklarım bu kadar..  mutlu olun, mutlu edin mutlu olmak, mutlu etmek için kendinize bahaneler yaratın. mesela aşk gibi, arkadaşlık gibi yada sokakta ki kediyi sevmek gibi onuda ben mi söyleyeyim canım :) 

     
Multitap - Mutluyum ( kısmen )  dinleyin :)




6 Temmuz 2017 Perşembe

Kendine değer ver

Bugüne kadar insanın kendini sevmesi,kendine değer vermesi adı altında pek çok yazı okudum, pek çok motivasyon konuşması izledim fakat hiç biri  şunun kadar etkili olmadı ;

''İnsan kendine dışardan bakmaya başladığı zaman kendi içini görmeyi bırakır ve buna rağmen başkalarının onun içine bakmasını bekler işte bu derin bir yalnızlık ve yoksunluk hissine neden olur. Kendine dışardan bakan insanlar bir başkasının içini nasıl görebilir? Göremez.

Senin kendine baktığın yer, başkalarınında sana baktığı yerdir.

Sen baktığın yerden ne görüyorsan bir başkası da senin gördüklerini görür. Kendine bakmak böyle bir şey. ''


Ders arasında medium da gezerken rastgele okuduğum bloglardan birinde  dikkatimi çeken bu satırlar  Kendime eğilmem de, kendimi tanımamda önemli bir mihenk taşı oldu, sonrasında kendime sorular sordum ve o sorulara cevaplar aradım  ve bulduğum sorulara verdiğim cevaplar bende büyük etki etti

İnsanlardan kendim adına daha az şey bekler oldum, aslında problemlerimin insanlardan değil kendimden kaynaklandığı kanısına vardım. ve kendime daha az değer verdiğim sonucuna ulaştım Sözün özü kendim ile baya hesaplaştım, bu hesaplaşma sonucunda ise kendime daha fazla değer verir oldum, kendim adına yaptığım şeylerin sayısı arttı ve haliyle yaşam enerjim de bununla doğru orantılı olarak arttı bende haliyle sizinle paylaşmak istedim umarım size de faydası olur. 

28 Kasım 2016 Pazartesi

Başlık Bulamadım

Oğuz Atay'ı çok severim. Sabahattin Ali ile çok olmadı tanışmam, John green ile aram iyidir, Dostoyevski çok sever beni fakat hepsi çok sıktı. Sıktıysa okuma kardeşim diyen kollektif pratik zekaları duyar gibiyim. Okumakdan değil be usta, onların hayatlarında ki monotonluktan sıkıldım ben..

İçinde Humma geçen kitaplardan, insanları umutsuzluğa sevk eden kitaplardan, merdivenden inmelere doyulmayan kitaplardan sıkıldım. Umut istiyorum efendim biraz

Filmler desen filmlerde öyle hep bir umutsuzluk, hep bir karmaşa, hep bir kavuşamayış, hep bir zorluk.

Yeter  ulan!!

Bu kitapları biz yazmıyormuyuz ? Bu  filmleri biz çekmiyormuyuz ? bari oralarda mutlu olalım be..  Biz mutlu olmayı bilmiyoruz..

Eğer bir gün bir kitap yazarsam yada bir gün bir film, bir  dizi çekersem içinde hiç entrika olmayacak!!

Herkes mutlu olacak, hayat çok sıradan devam edecek, gerçek hayattan bir parça uzaklaşabilirim belki  ama şunların sözünü verebilirim ;
             
- İçinde bol bol seyahat olacak
- İnsanlar bir birini sevmekten daha doğrusu sevdiğini söylemekten çekinmeyecek
- Sevgililer kavuşacakken son anda bir şey çıkmayacak
- Silahlar patlamayacak
- Hastaneler, hastalıklar olmayacak
- Takım elbiseden eser bulunmayacak
- Zengin kız fakir oğlan hikayeleri olmayacak
- Gudubet yengeler, teyzeler, kuzenler v.s olmayacak

Her şey güllük gülistanlık olacak ve bence olmalı..
 Neden olmuyor ki ?

Arkadaşlar mutluluk bize haram değil, bizler kendimizi hep acılar ile yoğurduk dolayısıyla hayallerimize de etki etti..

Evet gerek dünyanın düzeni, Gerek bulunduğumuz coğrafya, doların TL karşısında kazandığı değer, Trabzon sporun ligdeki son durumu, ve fatih terimin gereksiz yere çok para kazanması asabımızı biraz bozdu kabul edelim fakat bunlarda mutlu olmamıza engel değil sevgili arkadaşlar.. arkadaşlarım... Lan arkadaşlar... Bir kendinize gelin ya

Gene işin içinden çıkamadığım, John Green, Trabzon spor, fatih terim ve Oğuz Atayı içinde bulundurduğum bir yazımın daha sonuna geldim.. sözün özü arkadaşlar içim KEŞKEK gibi mutlu olmak istiyorum ve çevremde ki insanlarda mutlu olsun istiyorum. Bir dakika ya  yazımın sonuna falan gelmedim mutlu olacaksak onuda en güzel biz yaparız yani yapamıyorsak bile hayalini kurarız.

Düşünsenize ; Çok mutlusunuz ( düşünemiyoruz falan demeyin bir düşün be deneyin hiç olmazsa )

Acaba birazdan ne olacak da mutluluğum bozulacak diye korkmuyorsunuz, hoşgörüleriniz tavan yapmış, pazartesi gününü seviyorsunuz, insanlara gülümsüyorsunuz, %1 olan şarjınızı önemsemiyor onun için sarj priz koalisyonuna müracat etmiyorsunuz, minubuste 100 lira verip bir kartal al dediğinde acaba param geri döner mi diye düşünmüyorsunuz,  faturalarınızdan TRT vergisi kesilmiyor, Ana haber bültenini açtığınızda şehit haberleri ile kötü olmuyorsunuz, Suriye de çocuklar ölmüyor insanlar savaşlar nedeniyle bulundukları yeri terketmek zorunda kalmıyor, Suriyeli çocuklar metrobüsler de mendil satmıyor, ve Galatasaray saraçoğlunda Feneri yeniyor..

Düşünemediniz değil mi ? Olsun.

Hadi hep beraber Cem karaca dinleyelim






Ben artık yazmıyorum, yani şimdilik sonlandırıyorum yoksa sayfalar yetmeyecek gideyim de uyumaya gayret edeyim. Sende kendine iyi bak sevgili okur. 




26 Ekim 2016 Çarşamba

İlk Tükeniş

Bu yazımda sizlere insanlardan nefret etmeye,onlara güvenmemeye, her söylediklerinden şüphe duymaya ilk ne zaman başladım onu anlatacağım.

yıl 2005 5. sınıfa giden, sınıf genelinde çok  sevilen temiz bir çocuktum. sınıfımız çok kalabalıktı ve bizimde bir arkadaş grubumuz vardı. O dönemler annem de babam gibi çalışıyor, ben o sıralar okuldan sonra anneanem de, babaannem de ebeveynlerimin eve gelmesini beklerken, bir yandan biskrem ile süt içiyor, bir yandan da Tazmanya Canavarını izliyordum. Annemin Babamın çalışması ekonomik anlamda bizleri çok rahata erdirse de, etkisi şuan bile devam eden büyük tramvatik sebepler doğurdu bende.

Tramvatik sebepler dedim ya, Annemin çalışması beni hep rahatsız etmişti ve bu rahatsızlığımı bir türlü dile getirememiştim, o zamanlar  da Annemi cezalandırmak için sürekli çantasından para çalıyor kendime ve arkadaşlarıma saçma sapan şeyler alıyordum. ( not defterleri, KLAVYELİ ATARİ, daha pek çok şey.. para harcamayı bile bilmiyordum...

Sınıfta Özlem diye bir kız vardı ve ben bu kıza çok aşıktım.. Anlarsınız ya ilk aşk.. sınıf numarası bile hala aklımdadır. 2287...

Çok yakın olduğum sabri diyede başka bir arkadaşım vardı ve özlemle sabri o dönemler flört ediyordu. Bunları ders aralarında birbirine kağıt yazıp verirken falan görüyordum. İçim çok acıyordu ama aldırmıyordum.

Bir gün sabri yanıma geldi ve özlemin doğum günü için ona bir hediye almak istediğini söyledi.
Bende o sıralar annemden para tırtıkladığım için hediyeyi onun adına ben alıp veririm gibi gereksiz bir atak yaptım. ( Burda amaç şık bir hediye alıp özleme ne kadar zevkli olduğumu vurgulamaktı )

Bir milyoncuların yeni yeni türediği zamanlar evimizin üst caddesinde ki bir milyoncudan özleme çok güzel kolye ve küpe seti almış, 5.5 TL vermiş, çok güzel bir şekilde de paketlemiştim. Ertesi gün okula geldim ve hediyeyi sabriye verdim, fakat çok utandığını, bunu yapamayacağını ve onun adına benim vermemi rica etti, Bir an mutlu oldum ve tamam dedim.

Gün sonlarına doğru 5. dersin tenefüsünde gidip hediyeyi özleme verdim. Özlem de hediyeyi açarken öğretmene yakalandı ve öğretmen ( Ahmet Kavak eğer okuyorsa kulakları çınlasın ) Beni, Sabriyi ve özlemi yanına çağırdı.

Hepimize sordu bu yaşta böyle şeyler neden ? kimin fikriydi falan..  Özlem hediyeyi benim getirdiğimi  söyledi, sabri ise hayatımda tanıştığım ilk kazığı atarak ; '' Hocam her şey yiğitin başının altında çıktı gibi söylemlerle beni suçlamıştı.

Bu arada bu sabri denilen elemanın babası imam, sabri ise hafızdı yani o gün bile insanın başına her şey '' Her  namaz kılanı alim sanmasından geliyordu"

O günden sonra utandığım için 5 gün boyunca okula gitmedim ( buda ilk okuldan kaçmaya alıştığım zamandır. ) 5 günün sonunda bunu ailem öğrenince bir güzelde babamdan dayak yedim. Kısacası her şey çok boktandı..

Bitti mi ? Tabi ki hayır..

Dedim ya annemden para tırtıklıyordum ve klavyeli atari falan almıştım. Heh işte bunu özlem duyuyor, bende çok para olduğunu da biliyor ve ortak arkadaşımız gamze aracılığıyla bana bir kağıt gönderiyor '' yiğit seninle arkadaş olmak istiyorum  falan gibilerinden '' ve biz yavaştan flört ediyoruz

O dönemler yemin ederim mutluluktan uçuyordum. eve geliyordum, kendimi yatağa atıyor, saatlerce tavanı seyredip hayaller kuruyordum. Bildiğiniz aşıktım arkadaşlar ve özlemde beni seviyordu.. yani öyle görünüyordu.

Klavyeli atari almıştım ama aldığım klavyeli atari ile oynayamıyordum. çünkü annemlere göstermemiş, apartman merdivenlerinde saklıyor hatta ondan nasıl kurtulsam diye düşünüyordum.

Bir gün benden özlem bu atariyi istedi ve  götürdüm verdim.. aradan biraz zaman geçti ve özlem bir daha bana hiç yazmadı..

Bu ilk hayal kırıklıklarımı asla unutmam ve sürekli canlı tutarım. Çoğu kişi çocuk aklı v.s gibi şeyler söylüyor olabilir, hatta şu yazıyı okurken bile beslediğim bu kinin mantıksız olduğunu düşünebilir.. Ne olursa olsun.. Kalp kırmak çocukluk falan dinlemez efendiler..

sözün özü arkadaşlar 11 yaşında başladım ben tükenmeye, sonrasında tükete tükete tükete bitiremediler..






23 Ekim 2016 Pazar

Kitap incelemesi

Uzun zamandır okumayı planladığım'' Kürk mantolu madonna'' yı  bu sabah bitirdim. Kitaba başlamadan önce dostlarıma '' Sabahattin Ali '' okumadığım için utanıyorum demiştim. Sahiden de haklıymışım. 1943 yılında yazılan bu kitap ile 22 yaşında olmama rağmen 2016 yılında tanışmış olmam benim için büyük bir kayıp.



Kitabın konusu  ; Sıra dışı tutkulu bir aşk hikayesi 

İnsanın içinde yaşadıklarını okuyucuya direkt aktaran ve  okuyucuyu duygusal anlamda yakalayan başka bir kitap bilmiyorum ben, okuduğum çoğu kitapta önemsediğim  en önemli şey o kitaptan sıkılmamak, Kürt Mantolu Madonna yı okurken hiç ama hiç sıkılmadım. Betimlemeler, tasvirler, olaylar arasında ki bağlantı muazzam, özellikle vurgulanan yalnızlık teması çok berrak,  kelime seçimleri o kadar özenli ve dikkatli ki hikayenin temeli ile birleştiğinde ortaya  muazzam bir şey çıkıyor

Kitapta dikkatimi çeken bir diğer husus ise anlamını bilmediğim kelimeler, okurken yanıma not defteri aldım ve anlamını bilmediğim bütün kelimeleri tek tek not aldım. telafuzu o kadar hoş ki sizlerle de paylaşmak istiyorum

Zatülcenp : Zatüre, verem
iptidai :
Teşrinievvel : Ekim
Muvakkat :  Geçici
Nikbin : İyimser
Sarih : Açık, Belirgin
Mustatil : Dikdörtgen
Merbut : Bağlı

Bu ve bunun gibi anlamını bilmediğim pek çok gizemli kelimeyi de içinde barındırıyor bu müstesna kitap


Kitabın tam kalbime dokunduğu noktalarda tam olarak şöyle bir twet atmıştım ;


Kitapta işlenen yalnızlık teması aslında bana pek yabancı değil, çok uzak olmadığı için belkide kitap bende bu derece derin etkiler bıraktı 

özellikle içinde iki  kısım vardı ki beni benden aldı : 

Bunlardan birincisi :
muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu"
İkincisi (okuyanlar çok daha iyi bilecek madonnanın hastaneden çıktığı sahne) ;
"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!"

Bu kısımlar bende sebebini bilmediğim bir etki bıraktı. Sözün özü efendiler okuyun, bol bol okuyun
Sabahattin Aliye gelince ise öyle hemen okumayın. Önce bir kahve koyun kendinize, sonra derin bir nefes alıp öyle başlayın kitaba, ozaman yazarken abartmadığımı anlayacak, hepiniz içlerinde bir yerde kendinizi bulacaksınız.

Kiminiz  Hamdi, kiminiz mütercim Raif, Kiminiz dul Frau van Tiedman ve kiminiz madonna olacak bir yerlerden kendi hayatınızda bir sahne yakalayacaksınız.



14 Ekim 2016 Cuma

Türküler Türkülerimiz

Üstad Neşet Ertaş'ın güzel bir lafı var ; ''Nerede bir türkü söyleyen görürseniz korkmayın, yanına oturun çünkü kötü insanların türküleri yoktur.'' Nede güzel söylemiş, Nur içinde yatsın.




   Memleket olarak dünyanın en güzel coğrafyasında yer alıyoruz şüphesiz ve tarihi zenginliğimizi bir kenara bırakacak olursak, neredeyse bütün bilim dalları için bulunmaz nimetler barındırıyoruz, reklamını çok iyi yapamasak da Edebiyat ve şiirde'de bambaşka bir  tadımız var. Şiirimizin ve Edebiyatımızın güzel olmasını ise çok güzel sevmemize bağlıyorum ben, platonik aşkların vücut bulduğu coğrafya bence Anadolu, çok başka seviyoruz hepimiz ve hemen hemen çoğumuz sevdiğimizi dile getiremiyoruz, getirebilen küçük bir kesim var onlara da ayrı bir saygı duyuyoruz tabi ki, sözün özü çok dolu sevdiğimizden ve bu sevgiyi dışarı vuramadığımızdan, ( kimi zaman karşı tarafın haberi bile olmuyor ) Şiire, Edebiyata vuruyoruz kendimizi o yüzden ki ; pek çok nitelikli eseri bünyesinde barındırıyor edebiyatımız.


Özellikle Divan edebiyatı kısmı ise bambaşka bir boyut.
   Her ne kadar  Yeni Edebiyat yada Çağdaş Edebiyat hayranı biri olsam da  Divan Edebiyatı nın hakkını vermeden edemeyeceğim, Özellikle Fuzulinin süslü kelimelerinin arkasında yatan anlamlar beni bu konuya değinme zorunluluğunda bırakıyor :)

Konuyu fazla dağıtmadan türkülere ve onların temalarına dönecek olursak ; Türkülerimizde işlenen ana tema  genelde şöyle ;  Gurbet, Aşk, Özlem, Sevgiliye olan sitem.

Türkülerimiz Hikayeler bakımından da çok zengin. Hemen hemen bütün türkülerin etkileyici bir hikayesi, yaşanmışlığı var dolayısıyla insan kendini ararken bulmakta pek zorlanmıyor.

Türkülerimizde hikayelerden sonra benim en çok dikkatimi çeken ve hayranlıkla dinlediğim kısımlar ise betimlemeler oluyor. Çok güzel betimlemeler yapılıyor ve özellikle Üstad Neşet Ertaş bu konuda ayrı bir usta

Örneğin Şu türküsünde Zülüf kelimesinin anlamı '' sevgilinin saçı '' çoğu insan bunun sözlük anlamını bilmese bile türküde çok net bir şekilde anlayabiliyor


Sonuç itibariyle ; Olması gerektiği yerde olmasa da ve dünyada gereken ilgiyi görmese de türkülerimizin çok başka olduğunu ve inşallah bir gün gereken değeri bulacağını düşünüyorum.  

En sevdiğim türkü ye gelecek olursam ; Bu konuda pek bi kararsızım ve hepsi o kadar güzel ki aralarından birini seçip ben bunu çok seviyorum demek çok zor ve hepsinin yeri,duygusu çok başka.

peki senin sevdiğin türkü nedir sayın okur ?







6 Ekim 2016 Perşembe

Kendinize Bir Şans Verin


Kendine hiç acımayan, dolayısıyla hiç şans vermeyen biri olarak bu başlıkta yazı yazmak ne kadar mantıklı olur bilmiyorum fakat siz benim gibi olmayın diye yazıyorum bunları
 Not : Bu yazı acı hayat tecrübeleri içerir,

Hayatta çoğu konuda cesur oldum. Cesaret denilen şeyin TDK da ki karşılığını tam olarak taşıyorum diyebilirim.  Taşıdığım bu cesaret tabi ki de kas gücü değil fakat  çok az şey korkutuyor şu hayatta beni, Bunlardan biride gönül işleri

 kendime çoğu konuda şans verdim fakat aşk konusunda çok katı davrandım. Hayatın her anlamında, yaşamın tüm evrelerinde acaba sorularına cevap arayan ben ; Gönül işlerine gelince bir hitler, bir musollini kesildim. Çok faşist davrandım  kendime, hata yapmamalı gönül oyunlarına düşmemeliydim, Çünkü emindim kendimden  doğru kişiyi bulmam yakında ve ben otursam dahi doğru kişi gelip beni bulacaktı sonuç itibariyle olmadı efendim ne ben beklemekten vazgeçtim nede o doğru kişi gelip beni buldu.. Hem mutlak doğru diye bir şey var mıydı ? yada mutlak doğru insan kişisi ?

Fazla uzatmak istemiyorum ama uzuyor.. Bir gün ben bu konuyu sevdiğim bir abiye açtım. Öncesinde de bana gönül işleri nasıl gidiyor diye sormuştu..


Abi dedim bende bir sorun var.. doğru kişiyi bekliyorum. fakat o doğru kişi gelmiyor..

Yiğido derdi bana yine derinden alarak nefesi girdi konuya : Ahh be yiğido sen hep  gülü bekliyorsun. Bu esnada etrafında açan papatyaları görmüyor, beklediğin gül uğruna onların solup gitmesine izin veriyor, göz yumuyorsun..

İlk zamanlarda bu sözler bana hiç bir şey ifade etmiyordu fakat.. son zamanlarda tam da ruh halimi anlatan kelimelere dönüştü..

Doğru kişi olayına geri dönecek olursak ;  Bu gönül işlerinde korkağım ben sayın dostlar, kendime bir takım duvarlar örüyor bu duvarların arkasına sığınıyorum ve aradan zaman geçiyor  ördüğüm bu duvarlar tepeme yıkılıyor.. Sonuç ; elde pek bir şey kalmıyor.
                 Kalan şeyler ise ;  Hayal kırıklıkları + yazılan sayfalarca yazılar + şarkılar v.s

Sonuç itibariyle dostlarım ; Siz siz olun kendinize şans verin, Özellikle gönül konularında bırakın hata yapın, bırakın gönlünüz acısın, bu konularda fevri olun lütfen ama lütfen arkanıza döndüğünüzde kendinize keşke şöyle şöyle yapsaydım demeyin.. çünkü o zaman  acıyan gönülün acısını hiç bir ağrı kesici bastırmıyor.

Bırakın Sonrasını düşünmeyin. Bırakın pek çok sorunlarınız olsun. Bırakın  çoğu konuda zıt düşün ama lütfen Okyanus da boğulmanın şerefini yaşayın.. Bırakın derelerde boğulmak tatlı su balıklarına özgün olsun.. Büyük oynayın.. Büyük kaybedin.. Ve kendinize Şans vermekten çekinmeyin..